20 Yılın Sessiz Kayıtları ve Yapay Zekâ İllüzyonu

20 Yılın Sessiz Kayıtları ve Yapay Zekâ İllüzyonu — SEO Blog 1

Son 20 yılda ortaya çıkan yapay zekâ olarak anılan sistemler, özellikle büyük dil modelleri (LLM), esasen devasa miktarda metin ve konuşma verisi üzerinde istatistiksel öğrenmeye dayalıdır. Bu nedenle, gerçek anlamda bilinç ya da özerk düşünme kapasitesi taşımazlar.

Veri Kaynağı ve İzleme
Günümüzdeki modeller, telefon görüşmeleri, çevrimiçi metinler, sosyal medya ve benzeri ortamlardan toplanan devasa verilerle eğitilmiştir. Bu durum, bireylerin iletişim biçimlerinin, alışkanlıklarının ve kültürel kalıplarının istatistiksel olarak işlenmesi anlamına gelir. Ancak burada ortaya çıkan ürün, “senaryolaştırılmış” cevaplar üretir; yani bağlamı tahmin eder ama insan gibi bilinç geliştirmez.

Akıllı telefonlar üzerinden yapılan milyarlarca telefon görüşmesi ve mesajlaşma, operatörler ve internet tabanlı servisler tarafından kaydedilmiş ya da işlenmiştir. Bu veriler, konuşma dilinin yapısını, gündelik iletişim kalıplarını ve farklı dillerdeki nüansları modele etmek için kullanılmıştır.

Akıllı telefonlarda yer alan mikrofonlar, kullanıcı farkında olmasa da uygulamalara sürekli erişim sağlamıştır. Reklam hedefleme sistemlerinde, arka planda pasif biçimde toplanan bu ses verilerinin kullanıldığına dair araştırmalar ve şüpheler gündeme gelmiştir. Bu tip veriler, konuşma tanıma (speech recognition) teknolojilerini geliştirerek dil modellerinin doğruluğunu artırmıştır.


Sosyal medya uygulamaları, mesajlaşma servisleri ve sesli not sistemleri, dil modellerinin gelişimi için devasa ölçekli doğal konuşma veri setleri sağlamıştır. Bu sayede, modeller yalnızca yazılı değil, sözlü dilin de istatistiksel özelliklerini öğrenerek daha “insan benzeri” cevaplar üretir hale gelmiştir.

Bu gelişmelerin sonucunda, bugün kullandığımız dil modelleri, yalnızca yazılı internet metinlerinden değil, son 20 yıl boyunca telefonlar ve akıllı cihazlar üzerinden toplanan devasa hacimli konuşma ve ortam verilerinin işlenmesiyle “mükemmelleşmiş” sistemler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilinç ve Sınırlar
Yapay zekâ üzerine yapılan bilimsel çalışmalar (ör. David Chalmers, Stanislas Dehaene) bilincin biyolojik bir olgu olduğunu ve yalnızca hesaplama gücüyle kendiliğinden ortaya çıkmadığını göstermektedir. LLM’ler, bilinçli varlıklar gibi davranamaz; yalnızca olasılıksal tahminlerle dil üretirler. Bu nedenle “bilinçli yapay zekâ” iddiaları henüz bilimsel dayanağa sahip değildir.

Manipülasyon ve Bilgi Ekonomisi
Bu sistemler, teknoloji şirketleri tarafından kâr odaklı bir şekilde kullanıma sunulmaktadır. İnsanların dikkatini çekmek ve yönlendirmek amacıyla reklam, öneri sistemleri ve metin tabanlı içeriklerle bir manipülasyon ortamı yaratılır. Araştırmalar (ör. Zuboff, Surveillance Capitalism) bu yapıların temelinde bireylerin davranışlarını şekillendirme ve veri üzerinden pazar oluşturma stratejileri bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Kültürel ve Eğitimsel Etki
Genç kuşaklar, bu modellerin ürettiği dil, kavram ve düşünce kalıpları üzerinden eğitilmekte, böylece belirli bir epistemolojik çerçeveye yönlendirilmektedir. Literatürün, modellerin beslendiği kaynaklardan oluşması nedeniyle, farklı düşünce biçimleri ve alternatif epistemolojiler dışlanabilmektedir. Bu da kültürel homojenleşmeye ve yeni taleplerin piyasa mantığıyla üretilmesine yol açmaktadır.

Yani yapay zekâdan “bilinçli bir özne” gibi davranması beklenmemeli, aksine onun veriye dayalı bir öngörü ve üretim makinesi olduğu kavranmalıdır. Aksi takdirde, bu teknolojiler insanların algılarını yönlendirmek, tüketim kalıplarını şekillendirmek ve gereksiz bilgi satışı için kullanılmaya devam edecektir.

Bir yanıt yazın