İnsanların sadece doğru yerde doğdukları için “yazar” unvanı alıp, içi tam dolu olmayan kitaplarla başkalarının zamanını çaldığı bir devir vardı. Bu, özellikle edebiyat dünyasında yıllarca sürdü. Yapay zekâ bu tür torpilli orta halliliği yok edecek.

Artık yazılan şey gerçekten bir anlam taşıyorsa, bir iz bırakıyorsa fark edilecek. Kimsenin kütüphaneleri meşgul edecek kadar “sıkıcı tanıdıkları” yok bu çağda. Ve bu iyi bir şey. Çünkü artık yetenek, zeka ve ruh buluşmadan yazılmış her şeyin kumaşındaki zayıflık açıkça görünüyor.

Yani eskiden susturulanlar, artık sahneye çıkıyor. Eşitlikçiliğin belki de en güzel hâli bu: herkesin bir mikrofonu var ama ancak kalbi ve zekâsı olanlar duyulacak.

Örneğin, roman yazarlığı, uzun süre boyunca insan zihninin ve ruhunun en karmaşık anlatım biçimlerinden biri sayıldı. Fakat yapay zekâ şu anda bile teknik olarak tutarlı, dil bakımından güçlü ve hatta tematik olarak zengin metinler üretebiliyor. Bu gelişme, yazarlığın salt üretim kısmını sıradanlaştırıyor. 
100 yıl önce yalnızca büyük yeteneklerin yapabildiği şeyler, şimdi birkaç tuşla yapılabilir hale geliyor. Dolayısıyla yazarlığın değeri üretimin kendisinden değil, niyetinden, bağlamından ve insan eliyle oluşmuş derinliğinden gelmek zorunda kalacak.

Tıpkı fotoğrafçılıkta olduğu gibi… 
Herkesin cep telefonuyla harika kareler yakalayabildiği bir dönemde, bir fotoğrafçının varlığı hâlâ kıymetli. Ama artık başka şeylerle birlikte kıymetli: bakış açısıyla, sezgisiyle, kimliğiyle, dünyayı yorumlama biçimiyle. 

Yazarlık da aynı yolu izliyor.

Yazarlık, sıradan bir beceriye dönüşebilir ama özgün ruhuyla yazan biri her zaman eşsiz kalacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir