Günümüzde kurgusal evrenlerin eskisi kadar insanları büyülememesi, toplumsal ve bireysel dönüşümlerin bir yansıması olarak düşünülebilir. Özellikle Z kuşağı ve dijital yerliler, artık kendi bireysel hikayelerini yaratma ve kendi dünyalarını inşa etme konusunda çok daha istekli. Bu nedenle, bir zamanlar milyonlarca insanı bir araya getiren dev kurgusal evrenler, yerini daha kişisel, daha gerçekçi ve bireysel anlatılara bırakıyor.
Bu değişimi anlamak için sosyolojik bir çerçeveye bakabiliriz. Postmodern toplumlarda bireysellik ve kişiselleştirme trendi giderek artıyor. İnsanlar artık tek bir büyük anlatı yerine, kendi küçük topluluklarını ve kendi anlam dünyalarını yaratma peşinde. Akademik olarak da bu durum, bireysel kimlik inşasının ve topluluk odaklı deneyimlerin önem kazandığını gösteren birçok çalışma ile destekleniyor. Örneğin, sosyolog Zygmunt Bauman’ın belirttiği gibi, modern toplumlar artık akışkan kimlikler ve geçici topluluklar üzerine kurulu. Bu da büyük, sabit ve herkesin aynı şekilde bağ kurduğu kurgusal evrenlerin yerine, daha akışkan, daha kişisel hikayelerin önem kazanmasına yol açıyor.

Bu bağlamda, markalar da bu bireyselleşmiş dünyaya ayak uydurmak zorunda. Artık mesele, büyük bir evren yaratıp herkesi buna inandırmak değil, insanların kendi evrenlerinde onlara nasıl değer katabileceğini bulmak. Bu da şirketlerin, markaların ve hikaye anlatıcılarının daha küçük, daha niş topluluklara odaklanmasını ve daha kişisel hikayeler sunmasını gerektiriyor.
Bu makale serisinde de ele alacağımız gibi, kurgusal evrenlerin yerini alan bu yeni hikaye anlatımı, hem sosyolojik hem de pazarlama açısından yeni stratejiler gerektiriyor. Ve bu serinin ilerleyen bölümlerinde, bu dönüşümün farklı boyutlarını daha derinlemesine inceleyeceğiz.


